HEYKELTRAŞ ASLAN BAŞPINAR
1966 yılında Yozgat'da doğan Aslan Başpınar, 1982 yılında Gazi Üniversitesi Heykel Bölümü'nde misafir öğrenci statüsünde öğrenim görmeye başladı. 1987 yılında profesyonel çalışmalarına başlayan Aslan Başpınar, bir çok heykeltraşla birlikte muhtelif heykel atölyelerinde anıtsal çalışmalarda bulundu. 1996 yılında kendi heykel atölyesini oluşturdu. Sanatsal çalışmalarını Ankara'da bulunan atölyesinde devam ettirmektedir..
Yozgat’ta bir köy varmış.
Köyde de bir ilkokul.
Öğretmen çocuklara bir ödev vermiş.
“Herkes bağda, bahçede kullanılan aletlerin küçük bir örneğini yapsın!”
Öğrencilerden biri Aslan Başpınar.
Bir heykel yapmış!
Kilden yaşlı bir köylü figürü.
Öğretmen
“Ben bunu istememiştim!” diyememiş çünkü bayılmış!
Bir heykeltıraş, Aslan Başpınar doğuyor
Köyde bir heykeltıraş doğmuş adeta…
Yapacak iş çok. Küçük Aslan, heykel için hep zaman bulmuş…
Heykellerini önce kilden yapmış. Kuruyunca ufalanmışlar…
Ağaçtan yapmaya başlamış. Birikmiş. Bırakın sergilemeyi, koyacak yer yok. Ahırlarına saklamış…
Köye mühendisler gelmiş. Yaptıklarını görmüşler. Onlar da bayılmış!
“Ankara’ya gelmeli! Heykeltıraş olmalı!” diyerek babasını ikna etmişler.
Ankara. Gazi Eğitim Fakültesi yılları.
Evden uzak.
Koşullar zor…
Yılmamış.
Çok çalışmış…
Ankara ve çeşitli kentlerde heykeller yapmış…
Küçük Aslan artık Büyük Aslan Başpınar olmuş. Hiç kopmadığı, babasının da heykelini diktiği köyüne gitmiş bir gün.
Evlerinin arkasında bir dağ varmış. İçinde maden.
“Maden Dağı derdik.” diyor.
Bir de ne görsün?
“Göremesin?” diye sormak daha doğru sanırım!
Dağ yok!
Sormuş. Köydeki herkes umursamaz tavırla
“Madenciler götürdü!” demiş. Aslan Başpınar’ın çocukluğunda içine tünelle girilip krom çıkarılan dağmış. Teknoloji gelişmiş. Dağ yok edilircesine oyulmuş. Yok olmuş!
Sanatçı duyarlılığıyla soruyor:
“Nasıl yapabilirler? Orada, köydeki herkesin anıları vardı…”
Şaşırmış.
Dağı yok edenlerin yaptığına… Dağı giden köylünün şaşmadığına…
Anıları canlanıyor. Çocukluğunu hatırlıyor:
“Gecenin geldiğini dağda öten baykuştan, baharın geldiğini o dağda açan çiğdemden” anladığını anlatıyor.
Dağdan köyü seyredişini anarken gözleri dalıyor…
Bugün
Heykeltıraş Aslan Başpınar.
Çok değerli bir sanatçımız.
Öylesi tıpkısını yapıyor ki, heykeldeki kişi hemen tanıdık çıkıyor!
Toprağın bereketi artıyor, ellerinde canlanıyor adeta.
Hayranlığınız artıyor toprağa, sanata, sanatçıya…
Son görüşmemizde sipariş almamasına rağmen bir Atatürk büstü üzerinde çalışıyordu.
“Boş duramam!” diyor.
“Bitmedi” dedi ama ben bitmemiş haline bayıldım!
Aklıma bir Atatürk büstü hikâyesi geldi…
Atatürk’ün sağlığında bir Atatürk büstü aranmış. Zaman dar. Kime yaptırılsın? Aramış, taramışlar… “Joseph Thorak yapmış” denmiş. Almanya’da! Özel izinle getirtilmiş…
Meraklısına not: Büst gelmiş, dönmemiş. Bugün Ankara’da 2 tane! Hadi yerlerini de söyleyeyim! Biri Dil Tarih, diğeri Türk Dili Kurumu içinde…
Sanatla dolu her köşesi,
Heykel müzesi dense yeri,
Görmek isterseniz harika eserlerini,
Dinlemek isterseniz bu kocaman yüreği,
Adres, Aslan Başpınar’ın atölyesi!
O atölyeye ne zaman gitsem, üzerinde önlük,
Işıldayan gözlerinde, müthiş ayrıntılar için yukarıdan baktığı gözlük!
Son çalıştığı, çamurun en güzel hali; harika bir Atatürk!
Thorak’ın büstünün bir benzeri.
Başpınar’ınki gülümseyeni.
Bayılmamak elde mi?
Sipariş değil yapılma nedeni,
Başpınar’ın yüreğinin sesi…
Gazeteci - Yazar Dr. Necati Yalçın
Köyde de bir ilkokul.
Öğretmen çocuklara bir ödev vermiş.
“Herkes bağda, bahçede kullanılan aletlerin küçük bir örneğini yapsın!”
Öğrencilerden biri Aslan Başpınar.
Bir heykel yapmış!
Kilden yaşlı bir köylü figürü.
Öğretmen
“Ben bunu istememiştim!” diyememiş çünkü bayılmış!
Bir heykeltıraş, Aslan Başpınar doğuyor
Köyde bir heykeltıraş doğmuş adeta…
Yapacak iş çok. Küçük Aslan, heykel için hep zaman bulmuş…
Heykellerini önce kilden yapmış. Kuruyunca ufalanmışlar…
Ağaçtan yapmaya başlamış. Birikmiş. Bırakın sergilemeyi, koyacak yer yok. Ahırlarına saklamış…
Köye mühendisler gelmiş. Yaptıklarını görmüşler. Onlar da bayılmış!
“Ankara’ya gelmeli! Heykeltıraş olmalı!” diyerek babasını ikna etmişler.
Ankara. Gazi Eğitim Fakültesi yılları.
Evden uzak.
Koşullar zor…
Yılmamış.
Çok çalışmış…
Ankara ve çeşitli kentlerde heykeller yapmış…
Küçük Aslan artık Büyük Aslan Başpınar olmuş. Hiç kopmadığı, babasının da heykelini diktiği köyüne gitmiş bir gün.
Evlerinin arkasında bir dağ varmış. İçinde maden.
“Maden Dağı derdik.” diyor.
Bir de ne görsün?
“Göremesin?” diye sormak daha doğru sanırım!
Dağ yok!
Sormuş. Köydeki herkes umursamaz tavırla
“Madenciler götürdü!” demiş. Aslan Başpınar’ın çocukluğunda içine tünelle girilip krom çıkarılan dağmış. Teknoloji gelişmiş. Dağ yok edilircesine oyulmuş. Yok olmuş!
Sanatçı duyarlılığıyla soruyor:
“Nasıl yapabilirler? Orada, köydeki herkesin anıları vardı…”
Şaşırmış.
Dağı yok edenlerin yaptığına… Dağı giden köylünün şaşmadığına…
Anıları canlanıyor. Çocukluğunu hatırlıyor:
“Gecenin geldiğini dağda öten baykuştan, baharın geldiğini o dağda açan çiğdemden” anladığını anlatıyor.
Dağdan köyü seyredişini anarken gözleri dalıyor…
Bugün
Heykeltıraş Aslan Başpınar.
Çok değerli bir sanatçımız.
Öylesi tıpkısını yapıyor ki, heykeldeki kişi hemen tanıdık çıkıyor!
Toprağın bereketi artıyor, ellerinde canlanıyor adeta.
Hayranlığınız artıyor toprağa, sanata, sanatçıya…
Son görüşmemizde sipariş almamasına rağmen bir Atatürk büstü üzerinde çalışıyordu.
“Boş duramam!” diyor.
“Bitmedi” dedi ama ben bitmemiş haline bayıldım!
Aklıma bir Atatürk büstü hikâyesi geldi…
Atatürk’ün sağlığında bir Atatürk büstü aranmış. Zaman dar. Kime yaptırılsın? Aramış, taramışlar… “Joseph Thorak yapmış” denmiş. Almanya’da! Özel izinle getirtilmiş…
Meraklısına not: Büst gelmiş, dönmemiş. Bugün Ankara’da 2 tane! Hadi yerlerini de söyleyeyim! Biri Dil Tarih, diğeri Türk Dili Kurumu içinde…
Sanatla dolu her köşesi,
Heykel müzesi dense yeri,
Görmek isterseniz harika eserlerini,
Dinlemek isterseniz bu kocaman yüreği,
Adres, Aslan Başpınar’ın atölyesi!
O atölyeye ne zaman gitsem, üzerinde önlük,
Işıldayan gözlerinde, müthiş ayrıntılar için yukarıdan baktığı gözlük!
Son çalıştığı, çamurun en güzel hali; harika bir Atatürk!
Thorak’ın büstünün bir benzeri.
Başpınar’ınki gülümseyeni.
Bayılmamak elde mi?
Sipariş değil yapılma nedeni,
Başpınar’ın yüreğinin sesi…
Gazeteci - Yazar Dr. Necati Yalçın
Kadim anlatımlarda “Önce kelam vardı”, “Önce ses vardı” gibi vurgularla insanoğlunun yaşam tarihine not düşülür.
İnsanoğlu yaratıldıktan sonra yazı icat edilmeden çok önceleri, kendilerini ifade etmek için resimlerle ve taş üstüne çizilen şekillerle, duygularını ve yaşadıkları olayları anlatmaya çalışmışlardır. Öyle ki, tapınma duygusunu bile kaya ve taşların üzerine çizdikleri şekillerle ifade etmişlerdir. Mağara duvarlarına kabartmalı resimler çizerek tarihe ve geleceğe bir anlamda bilgi vermişlerdir.
Bu anlamda insanoğlunun belki sanat kaygısıyla değil ama yaşadıklarının kalıcı olması için ilk başvurdukları materyal taş olmuştur. Zamanla bu taşlar yontulmaya başlanmış, insan ve çeşitli varlıkların resmedildiği nesneler ortaya çıkmıştır.
İnsanoğlunun var olduğu söylenen tarihe yoluculuk yapacak olursak eski kültürlerde çok çarpıcı örnekler görürüz. Bu örneklerden bir tanesi, yeryüzünde en eski kültürlerden olan Türklerin taşlardan bu anlamda en iyi yararlanan kültür oldukları görülür. Mezarlarına, kutsal yerlere “Balbal” ismini verdikleri, bazen çok iptidai taş yığınları, bazen gelişmiş taş oymalarla heykelciliğin öncülüğünü yapmışlardır. Bu heykeller çoğu zaman mezar taşları olarak da kullanılmıştır. Bunlara Bengi Taş’ta denilmektedir. 4. ve 5. Yüzyıllarda Türkler Bengi Taş veya Balballarla ilk şehirleşme ve anıtsal mimarinin öncülüğünü de yapmışlardır. Yani; ses, kelam yaratılmıştı ama resim ve heykeli kendilerini ifade etmeleri açısından insanlar yarattı dense yeridir.
Sanat tarihinde daha da geriye gidildiğinde, yani Taş Devrine gidildiğinde ilk heykelin yapıldığı zamana gitmiş oluruz. Yontma Taş Devri (Paleolitik Çağ) Güney – Batı Almanya‘da Stadel Mağarası içinde mamut dişlerinden oyulmuş, 29 cm boyundaki heykeli görürüz.
Kısaca; heykel veya taş oymacılığı, o günden bugüne gelişerek ve değişerek, önemini yitirmeden, görsel bir sanat olarak gelmiştir.
Dünyada ünlü heykeltıraşlar vardır, bunlardan birkaçı; Mıchelangelo (1475-1564), Donatello (1386-1466)’dur. Donatello modern heykelciliğin ilk kurucusu olarak kabul edilir.
Ülkemizde de çok başarılı ünlü heykeltıraşlar vardır, bunlardan birkaçı; Zühtü Müridoğlu, Hadi Bara, günümüzde de yaşayan Burhan Alkar’dır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde heykel dikme geleneği Atatürk ile başladı. İlk heykel, 23 Ağustos 1926 yılında Sarayburnu’nda dikildi. Bu heykel, Heinrich Kripllel’e yaptırılmıştır. O günden bu güne kadar heykelcilik sanatı zirve yaparak gelişme göstermiştir.
Çeşitli üniversiteler, Güzel Sanatlar Bölümünde heykelcilik alanında değerli sanatçılar mezun etmişlerdir. Şu bir gerçek ki; diğer sanatlarda olduğu gibi heykel sanatında da yetenek en olmazsa olmaz esaslarından birisidir. Yetenek bilgiyle birleştiği zaman harika sanat eserleri ortaya çıkmaktadır. Bu konuya en güzel örneklerden bir tanesi kuşkusuz, değerli heykeltıraş sanatçısı Aslan Başpınar’dır. Aslan Başpınar, sanatına alaylı olarak başlamıştır. Bu bağlamda henüz bilgiye ulaşmadan üstün bir yeteneği olduğu görülmüştür. Kendi anlatımıyla Sayın Başpınar; “12 yaşımda ilk heykelimi yaptım. Öğretmenim evde bulunan aileniz veya tarımda kullandığınız araç gereçlerin resmini yapın demişti, ben yaşlı bir köylünün heykelini yapıp götürmüştüm. ‘İstediğim bu değildi ama çok güzel olmuş’ diyerek beni ilk öğretmenim fark etmişti oldu” diye sözleriyle heykeltıraşlığa nasıl adım attığını anlatır.
O günden sonra fırsat bulduğu her an ve her materyalle heykel yapma denemeleri devam etmiştir. O zamanın şartlarında köy ortamında sanatının gelişmeyeceği apaçık ortadadır. Öğretmeninin desteği ve yardımıyla, köyünde başlayan ve sanatını burada devam ettirmeye çalışan Aslan Başpınar; 1982 yılında Gazi Üniversitesi Heykel Bölümünde misafir öğrenci olarak kabul görür ve sanatıyla ilgili ilk bilgileri buradaki değerli hocalarından almaya başlar. Yeteneği bilgiyle donatılınca ortaya harika eserler yapan iyi bir heykeltıraş çıkmaktadır. 1984 ve 2015 yılları arasında çok seçkin eserler üretir ve hocalarının gurur kaynağı, sanatını seyredenlerin hayranlığı onun heykeltıraşlığını zirveye taşır.
Buraya kadar anlattığım Aslan Başpınar kimdir bir de ona bakalım. 1966 yılında Yozgat’ın Darıcı köyünde doğan Başpınar, bir çiftçinin oğlu olarak hayata atılır. Bütün yokluğa rağmen içindeki sanat ışığını söndürmez, bu heves onu Ankara’ya taşır.
1987 yılında birçok heykeltıraşla profesyonel çalışmalara başlar ve anıtsal çalışmalara ağırlık verir. Heykel materyali olarak demir, bronz, taş, ahşap gibi malzemelerle çalışır ve bunlarla özgün eserler meydana getirir.
1996 yılında kendi atölyesini kurar. Ayrıca heykeltıraş çalışmalarında döküm konusunda birçok yeni teknikler geliştirir.
Ankara’da da çok sayıda heykeli bulunmaktadır. Bu eserlerden bazıları; 2018 yılında Çukurambar Mahallesinde kurulan Uğur Mumcu Parkındaki “Uğur Mumcu” heykeli görenleri hayran bırakmaktadır.
Nazım Hikmet Kültür Merkezindeki Nazım Hikmet’in heykeli, eserleri arasında yer almaktadır.
Atatürk büstleri konusunda haklı bir isim yapmıştır, kusursuz Atatürk büstleri yurdun birçok yerinde sergilenmektedir.
Anıtsal eserler konusunda başarılı olan sanatçı; 23 Nisan 2020 tarihinde TBMM kavşağında sergilenecek olan Atatürk’ün Ankara’ya gelişini simgeleyen ve bütün yönleri ile Ankara’yı da anlatan heykel çalışmasını sürdürmektedir.
Sanatçının birçok eseri ödüle layık bulunmuştur. “1985: 46. Devlet Resim Heykel Yarışmasında” dereceye giren eser sergilenmeye değer bulunmuştur. “1985: Milletlerarası Gençlik Yılı Sanat Sergisi”, “1986: Büyük Türk Mimarı Kocasinan’ın 400. Yıldönümü dolayısıyla açılan büst yarışması”, “1986: 47. Devlet Resim Heykel Yarışmasında” dereceye giren eser sergilenmeye değer bulunmuştur; “1987: 48. Devlet Resim Heykel Yarışmasında” dereceye giren eser satın alınmıştır; “1995: Tur Art 95 Tasarım Yarışması”, maden grubu Hamiye Çolakoğlu özel ödülü; “1996: Tur Art 96 Tasarım Yarışması”, başarı ödülü; “1996: Tur Art 96 Tasarım Yarışması”, maden grubu başarı ödülü; “1997: Tur Art 97 Tasarım Yarışması”, ahşap grubu mansiyon; “2001: Dösim Tasarım Yarışması”, toprak grubu özel ödülü; “2001: Dosim Tasarım Yarışması”, maden grubu büyük ödülü; “2008: Ankara Barosu avukat ve avukatlık mesleği konulu sanat eseri yarışması sergisi”.
Anıtkabir, Kurtuluş Savaşı Müzesinde Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ve ilk meclisin açılışını kompoze eden rölyefler. Bartın Meydanı, Özgürlük Heykeli. Bartın Cumhuriyet Meydanı, Atatürk ve Gençlik Anıtı. Zonguldak Ereğli, Uzun Mehmet Anıtı. Tunceli Milli Eğitim Müdürlüğü, Şehit Öğretmenler Anıtı. Harp Akademileri Komutanlığı, Yüzüncü Yıl Panoraması Rölyefi. Polatlı Malıköy Tren İstasyonu Müzesi, Kurtuluş Savaşı Kahramanları heykelleri ve rölyefler. Yozgat Cumhuriyet Meydanı, Atatürk heykeli ve rölyefler.
Sanatçının saymakla zorlandığımız eserleri heykeltıraşlarımız adına ve ülkemiz adına gurur kaynağımızdır. Atatürk’ün büstünü yaptıracak heykeltıraş bulunmazken şimdilerde kaliteli, uluslararası başarılara imza atmış sanatçılarımız mevcuttur.
Sanatçımızdan dinlediğim manidar bir anıyı anlatarak köşe yazısına son vermek istiyorum. Elinde küreği olan babasının heykelini, Darıcı köyündeki evlerinin bahçesine diker. Bu davranış köye dikilen ilk heykel olarak kabul görür. Heykel o kadar gerçekçidir ki, yoldan geçen bir köylü; “Veli emmi” diye seslenerek selam verir, cevap alamaz, evine gider, ailesine çıkışır “Veli emmiyi niye küstürdünüz, selamımı almadı” diye.
Sanatçı ne kadar övgü alır, itibar görürse gelişmesi ve üretmesi de o oranda büyür. Sanatçısına değer veren toplum, uygarlık yolunda sağlam adımlarla yürüyecek demektir. Atatürk veciz bir sözünde sanat ve sanatçıyı çok güzel anlatmıştır: “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade söz ile olursa şiir, nağme ile olursa musiki, nakş ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”
Aslan Başpınar nezdinde bütün sanatçılarımıza ülkemiz adına minnet duygumuzu dile getirmek istiyorum. Yaptıkları eserlerle görsel bir zevk sunmaktadırlar ve ruhumuzu dinlendirmektedirler, emsallerinin çoğalması dileğiyle sanatçımıza sanat dolu, verimli, sağlıklı ömürler diliyorum.
Gurur ve övünç kaynağımızdır.
Esen kalın efendim.
Güner DİNÇASLAN
İnsanoğlu yaratıldıktan sonra yazı icat edilmeden çok önceleri, kendilerini ifade etmek için resimlerle ve taş üstüne çizilen şekillerle, duygularını ve yaşadıkları olayları anlatmaya çalışmışlardır. Öyle ki, tapınma duygusunu bile kaya ve taşların üzerine çizdikleri şekillerle ifade etmişlerdir. Mağara duvarlarına kabartmalı resimler çizerek tarihe ve geleceğe bir anlamda bilgi vermişlerdir.
Bu anlamda insanoğlunun belki sanat kaygısıyla değil ama yaşadıklarının kalıcı olması için ilk başvurdukları materyal taş olmuştur. Zamanla bu taşlar yontulmaya başlanmış, insan ve çeşitli varlıkların resmedildiği nesneler ortaya çıkmıştır.
İnsanoğlunun var olduğu söylenen tarihe yoluculuk yapacak olursak eski kültürlerde çok çarpıcı örnekler görürüz. Bu örneklerden bir tanesi, yeryüzünde en eski kültürlerden olan Türklerin taşlardan bu anlamda en iyi yararlanan kültür oldukları görülür. Mezarlarına, kutsal yerlere “Balbal” ismini verdikleri, bazen çok iptidai taş yığınları, bazen gelişmiş taş oymalarla heykelciliğin öncülüğünü yapmışlardır. Bu heykeller çoğu zaman mezar taşları olarak da kullanılmıştır. Bunlara Bengi Taş’ta denilmektedir. 4. ve 5. Yüzyıllarda Türkler Bengi Taş veya Balballarla ilk şehirleşme ve anıtsal mimarinin öncülüğünü de yapmışlardır. Yani; ses, kelam yaratılmıştı ama resim ve heykeli kendilerini ifade etmeleri açısından insanlar yarattı dense yeridir.
Sanat tarihinde daha da geriye gidildiğinde, yani Taş Devrine gidildiğinde ilk heykelin yapıldığı zamana gitmiş oluruz. Yontma Taş Devri (Paleolitik Çağ) Güney – Batı Almanya‘da Stadel Mağarası içinde mamut dişlerinden oyulmuş, 29 cm boyundaki heykeli görürüz.
Kısaca; heykel veya taş oymacılığı, o günden bugüne gelişerek ve değişerek, önemini yitirmeden, görsel bir sanat olarak gelmiştir.
Dünyada ünlü heykeltıraşlar vardır, bunlardan birkaçı; Mıchelangelo (1475-1564), Donatello (1386-1466)’dur. Donatello modern heykelciliğin ilk kurucusu olarak kabul edilir.
Ülkemizde de çok başarılı ünlü heykeltıraşlar vardır, bunlardan birkaçı; Zühtü Müridoğlu, Hadi Bara, günümüzde de yaşayan Burhan Alkar’dır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde heykel dikme geleneği Atatürk ile başladı. İlk heykel, 23 Ağustos 1926 yılında Sarayburnu’nda dikildi. Bu heykel, Heinrich Kripllel’e yaptırılmıştır. O günden bu güne kadar heykelcilik sanatı zirve yaparak gelişme göstermiştir.
Çeşitli üniversiteler, Güzel Sanatlar Bölümünde heykelcilik alanında değerli sanatçılar mezun etmişlerdir. Şu bir gerçek ki; diğer sanatlarda olduğu gibi heykel sanatında da yetenek en olmazsa olmaz esaslarından birisidir. Yetenek bilgiyle birleştiği zaman harika sanat eserleri ortaya çıkmaktadır. Bu konuya en güzel örneklerden bir tanesi kuşkusuz, değerli heykeltıraş sanatçısı Aslan Başpınar’dır. Aslan Başpınar, sanatına alaylı olarak başlamıştır. Bu bağlamda henüz bilgiye ulaşmadan üstün bir yeteneği olduğu görülmüştür. Kendi anlatımıyla Sayın Başpınar; “12 yaşımda ilk heykelimi yaptım. Öğretmenim evde bulunan aileniz veya tarımda kullandığınız araç gereçlerin resmini yapın demişti, ben yaşlı bir köylünün heykelini yapıp götürmüştüm. ‘İstediğim bu değildi ama çok güzel olmuş’ diyerek beni ilk öğretmenim fark etmişti oldu” diye sözleriyle heykeltıraşlığa nasıl adım attığını anlatır.
O günden sonra fırsat bulduğu her an ve her materyalle heykel yapma denemeleri devam etmiştir. O zamanın şartlarında köy ortamında sanatının gelişmeyeceği apaçık ortadadır. Öğretmeninin desteği ve yardımıyla, köyünde başlayan ve sanatını burada devam ettirmeye çalışan Aslan Başpınar; 1982 yılında Gazi Üniversitesi Heykel Bölümünde misafir öğrenci olarak kabul görür ve sanatıyla ilgili ilk bilgileri buradaki değerli hocalarından almaya başlar. Yeteneği bilgiyle donatılınca ortaya harika eserler yapan iyi bir heykeltıraş çıkmaktadır. 1984 ve 2015 yılları arasında çok seçkin eserler üretir ve hocalarının gurur kaynağı, sanatını seyredenlerin hayranlığı onun heykeltıraşlığını zirveye taşır.
Buraya kadar anlattığım Aslan Başpınar kimdir bir de ona bakalım. 1966 yılında Yozgat’ın Darıcı köyünde doğan Başpınar, bir çiftçinin oğlu olarak hayata atılır. Bütün yokluğa rağmen içindeki sanat ışığını söndürmez, bu heves onu Ankara’ya taşır.
1987 yılında birçok heykeltıraşla profesyonel çalışmalara başlar ve anıtsal çalışmalara ağırlık verir. Heykel materyali olarak demir, bronz, taş, ahşap gibi malzemelerle çalışır ve bunlarla özgün eserler meydana getirir.
1996 yılında kendi atölyesini kurar. Ayrıca heykeltıraş çalışmalarında döküm konusunda birçok yeni teknikler geliştirir.
Ankara’da da çok sayıda heykeli bulunmaktadır. Bu eserlerden bazıları; 2018 yılında Çukurambar Mahallesinde kurulan Uğur Mumcu Parkındaki “Uğur Mumcu” heykeli görenleri hayran bırakmaktadır.
Nazım Hikmet Kültür Merkezindeki Nazım Hikmet’in heykeli, eserleri arasında yer almaktadır.
Atatürk büstleri konusunda haklı bir isim yapmıştır, kusursuz Atatürk büstleri yurdun birçok yerinde sergilenmektedir.
Anıtsal eserler konusunda başarılı olan sanatçı; 23 Nisan 2020 tarihinde TBMM kavşağında sergilenecek olan Atatürk’ün Ankara’ya gelişini simgeleyen ve bütün yönleri ile Ankara’yı da anlatan heykel çalışmasını sürdürmektedir.
Sanatçının birçok eseri ödüle layık bulunmuştur. “1985: 46. Devlet Resim Heykel Yarışmasında” dereceye giren eser sergilenmeye değer bulunmuştur. “1985: Milletlerarası Gençlik Yılı Sanat Sergisi”, “1986: Büyük Türk Mimarı Kocasinan’ın 400. Yıldönümü dolayısıyla açılan büst yarışması”, “1986: 47. Devlet Resim Heykel Yarışmasında” dereceye giren eser sergilenmeye değer bulunmuştur; “1987: 48. Devlet Resim Heykel Yarışmasında” dereceye giren eser satın alınmıştır; “1995: Tur Art 95 Tasarım Yarışması”, maden grubu Hamiye Çolakoğlu özel ödülü; “1996: Tur Art 96 Tasarım Yarışması”, başarı ödülü; “1996: Tur Art 96 Tasarım Yarışması”, maden grubu başarı ödülü; “1997: Tur Art 97 Tasarım Yarışması”, ahşap grubu mansiyon; “2001: Dösim Tasarım Yarışması”, toprak grubu özel ödülü; “2001: Dosim Tasarım Yarışması”, maden grubu büyük ödülü; “2008: Ankara Barosu avukat ve avukatlık mesleği konulu sanat eseri yarışması sergisi”.
Anıtkabir, Kurtuluş Savaşı Müzesinde Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ve ilk meclisin açılışını kompoze eden rölyefler. Bartın Meydanı, Özgürlük Heykeli. Bartın Cumhuriyet Meydanı, Atatürk ve Gençlik Anıtı. Zonguldak Ereğli, Uzun Mehmet Anıtı. Tunceli Milli Eğitim Müdürlüğü, Şehit Öğretmenler Anıtı. Harp Akademileri Komutanlığı, Yüzüncü Yıl Panoraması Rölyefi. Polatlı Malıköy Tren İstasyonu Müzesi, Kurtuluş Savaşı Kahramanları heykelleri ve rölyefler. Yozgat Cumhuriyet Meydanı, Atatürk heykeli ve rölyefler.
Sanatçının saymakla zorlandığımız eserleri heykeltıraşlarımız adına ve ülkemiz adına gurur kaynağımızdır. Atatürk’ün büstünü yaptıracak heykeltıraş bulunmazken şimdilerde kaliteli, uluslararası başarılara imza atmış sanatçılarımız mevcuttur.
Sanatçımızdan dinlediğim manidar bir anıyı anlatarak köşe yazısına son vermek istiyorum. Elinde küreği olan babasının heykelini, Darıcı köyündeki evlerinin bahçesine diker. Bu davranış köye dikilen ilk heykel olarak kabul görür. Heykel o kadar gerçekçidir ki, yoldan geçen bir köylü; “Veli emmi” diye seslenerek selam verir, cevap alamaz, evine gider, ailesine çıkışır “Veli emmiyi niye küstürdünüz, selamımı almadı” diye.
Sanatçı ne kadar övgü alır, itibar görürse gelişmesi ve üretmesi de o oranda büyür. Sanatçısına değer veren toplum, uygarlık yolunda sağlam adımlarla yürüyecek demektir. Atatürk veciz bir sözünde sanat ve sanatçıyı çok güzel anlatmıştır: “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade söz ile olursa şiir, nağme ile olursa musiki, nakş ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”
Aslan Başpınar nezdinde bütün sanatçılarımıza ülkemiz adına minnet duygumuzu dile getirmek istiyorum. Yaptıkları eserlerle görsel bir zevk sunmaktadırlar ve ruhumuzu dinlendirmektedirler, emsallerinin çoğalması dileğiyle sanatçımıza sanat dolu, verimli, sağlıklı ömürler diliyorum.
Gurur ve övünç kaynağımızdır.
Esen kalın efendim.
Güner DİNÇASLAN
|
|